29 Temmuz 2010 Perşembe

Hay Aksi!

Bütün sene çalışıp yorulduğum kadar yoruldum 15 günlük tatilimde. En güzel tatil canının istediği kadar uyumak kalınca da yüzünü bile yıkamadan bilgisayarı açmak bence. Gece kulübü, beach club olarak bize gelmez öyle.

Gece eve geldiğimde ilk işim bilgisayarı açmak olacaktı ancak bavul taşımaktan yorgun düşüp bilgisayardan sonra en çok özlediğim şeye, yatağıma attım kendimi. Nasıl da rahat uyuyacaktım.. Aksilik değil mi. Sanki bütün gece sürmüş uzunlukta bir rüya gördüm, öyle korkunç, öyle ürkütücü. Film sanki. Ah bu kötü adamlar, şizofrenler ve ve ve çocuklar. Hiç rahat bırakmazlar rüyalarımı.

Efendim, rüyamda cezaevinin birinde isyan çıkıyor ve tüm mahkumlar kaçıyor. İsyan çıkarıp mahkumların kaçmasına neden olan asıl kişiler, ki bunlar kimsenin şüphe etmeyeceği kişilermiş, beni suçluyorlar. Kafama silah dayamışlar beni olay yerine götürüyorlar bir arabayla. Arkamızdan  bir araba daha geliyor. Onlar da benim suçsuz olduğumu bilenler. Artık o arabadaki şahıs nasıl bir eğitim aldıysa güüüm diye benim olduğum arabanın üzerine atlıyor ve beni zorla cezaevine götüren adamları öldürüyor. Sonra ben de onlarla birlikte gidiyorum cezaevine. Suçlu olarak değil, olayın nasıl olduğunu görmek için: Cezaevi yanmış, yıkılmış, savaş alanına dönmüş. Yerlerde de hep ölü balıklar var. Ne alakaysa artık. 
Cezaevinin ana binasından ayrı olarak demir bir kafes var, dışarıda. Şizofren çocukları orada tutuyorlarmış. Elleri zincirli hepsinin, çok saldırgan oldukları için. Normal olan çocuklar, orada ne işleri varsa, demir kafesin içine girmişler ve şizofren çocukların kendilerini savunamamalarından yararlanıp onlara saldırıyor. Ben bunu görür görmez hemen demir kafese koşuyorum normal çocukları dışarı çıkarmaya çalışıyorum, hasta olanlara daha fazla zarar vermesin diye. Hepsini çıkarıyorum ama yangın yerinden kurtaramıyorum hasta çocuklarımı. Elleri zincirli, hepsi bana bakarken uyanıyorum sabahın köründe.   


Daha az film izlemeliyim.


Bu sefer bir değişiklik yapayım, kahvaltımı edeyim öyle oturayım bilgisayar başına dedim sabah kalkınca. Acele acele, lokmaları boğazıma dizerek yaptığım bir kahvaltı ardından doğru bilgisayar başına geçtim. Aksilik değil mi. Modem çalışmıyor! Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım. Bütün elektrik-elektronik bilgimden faydalanarak modemi elime aldım. Vidalarını açtım. Elimdeki yeşil şeyi evirip çeviriyorum. Devreden akım geçmiyor. Elimdeki tornavidayla yeşil şeyin üzerindeki çıkıntılara dokundum tek tek. Tamirciler hep öyle yapar ya filmlerde. Ve ve ve bir yere dokunduğumda dıızzzt diye ses geldi ve ve ve modemin ışıkları yandı.
Çarpılma ihtimalimin yüksek olduğunu unutmuş ben, modemi çalıştırmanın verdiği hazla  Tesla sanıyorum kendimi: "Şu iki şey birbirine değmediği için akım geçemiyor. İletken tel bulup bunları birbirine bağlamak lazım."
İletken tel mi? Nereden bulurum, nereden bulurum derken kafamın üzerinde bir ampul yandı.(akp'yle bir alakası yoktur.) Bozuk kulaklığımı kesip içindeki kopmamış tellerden birini alıp, bağlayacaktım onları birbirine. Her şey iyi güzel de, bağlayamıyorum teli, durmuyor orada. Bantlasam mı acaba, diye Tesla'ya yakışmayacak bir şey geçti aklımdan, hemen kovdum.
Bant mı? Yok artık.
Olmuyordu ama iletken telle de. Küçük çıkıntıları kırma riskini göze alarak tornavida yardımıyla birbirine doğru eğip, birbirlerine değdirdim onları. Evet evet, Tesla'ya yakışır bir sonuç. Modem çalışıyor, yehhu!



Şu an bu yazıyı bitirip "kaydı yayınla"ya tıklayabilmiş olmak kadar beni mutlu edecek çok az şey vardır sanırım.

0 muhalefet:

Yorum Gönder