16 Şubat 2012 Perşembe

Overcapacity

vicdanım rahat, kafam ne halde bilmiyorum.

liselerle birlikte, bahar yarıyılının ikinci haftasındayız. diğer üniversitelerden arkadaşlarım daha tatilden yeni dönerken ben iki haftadır sabahın köründe kalkıp derse gidiyorum. kimse de ilk dersini tanışma dersi olarak ayırmamış. tam gaz gidiyoruz. az önce ilk ödevimi yaptım (soruları yanlış okuduğum için yanlış yaptım.) 2. quizime hazırlanmaya çalıştım, ingilizce dersim için yarına kadar okumam gereken hikayeyi okuyacakken...
çok yorulmuşum ya.

fark ettim ki, birini ne kadar seversen sev onunla geçirdiğin zaman arttıkça ona olan tahammülünün sınırları da daralıyor; ya da o senin tahammül sınırlarına dayanıyor. demişlerdi ki, modern insanın en büyük sorunu acelesi. o kadar meşgul ki beş dakikasını ayırıp tavanı izleyemiyor.halbuki bunu yapabilse, o kadar çok şey iyi olacak ki... tamam, böyle dememişler de olabilir. kafamda alıntıymış gibi canlandılar.

kendimi en dinç hissettiğim, zihnimin en verimli olduğu zamanları hatırlıyorum (uzunca bir dönemdi) tamamen yalnızdım. kesinlikle bana en iyi gelen şey yatağımda tavanı izlemek saatlerce. kulağa çok boş gelse de şu an yaptığım her şeyi o zamanki düşüncelerimle , hislerimle yapıyorum -ki yoğunluktan öleceğim demek ki boş değilmiş- ayrıca bkz: aman ne hismiş ne düşünceymiş.  ve işin asıl kötü tarafı, artık bunu gerçekleştirebileceğim zamanım da, yatağım da, tavanım da yok. bu işin sonu kendim olmaktan çıkmaya kadar gelir mi?

yazıya başlamadan önce , taşmak üzere hissettim kendimi. öyle öfkeyle, nefretle ya da diğer yoğun duygularla değil, tamamen hissiz. tam kararında dolmuş beynim daha fazlasını kesinlikle alamaz. eğer şu an bir şeyler hissetseydim, biraz çalkantıda olsaydım kesin taşardım. ama durgunum, taşamıyorum... yalnız bir damlayı daha kaldıramam.

yarın gördüklerime "günaydın,selam,merhaba" yerine "sakın bana bir şeyler anlatma, her ne hakkında olursa olsun" diyeceğim. onları kendi sularımda boğmamak için.