4 Temmuz 2010 Pazar

Evvel Zaman İçinde

Ben küçükken... salaktım, Cem Yılmaz'ın dediği gibi. Deliydim.

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; enerji tasarrufu yapan floresan lambalar yoktu. Mum falan da değil de, Edison'un ahir zamanda icat ettiği ampulleri kullanırdık. Ben de odanın tam ortasına yatardım, ışığın altına. Rengarenk yapraklar dökülürdü sanki. Ha, biliyordum dokunabileceğim bir şey olmadığını ama yine de tutmaya çalışıyordum, pembe ve mavi olanlarını.

Atarim vardı benim küçükken. CounterStrike, KnightOnline, FIFA mifa oynayarak değil, Süper Mario oynayarak büyüdüm.  O kadar heyecanlıydı ki, Mario zıplarken ben de zıplardım. Sanki atari değil de, xbox 360.

Koltuğa oturup da televizyon izleme alışkanlığım hiç yoktu. Televizyonun dibine uzanır, ayaklarımı da televizyon sehpasına dayardım. Başımın altına da ne kadar yastık koyarsam koyayım, ellerimi başımın altında kenetlenmeden o yükseklik yeterli olmazdı. He, illa ki oturarak izlemem gerekiyorsa küçük sandalyemi koltuğun dibine dayar, oraya oturur öyle izledim. Evdeki koltukların suyu çıkmıştı çünkü.

Her tatil dönüşü "ne kadar da bronzlaşmışım" diye hava atardım. O zamanlar hemen bronzlaşıyorsun tabi, şimdi bir ay öğlen sıcağının altında dur, sonuç : " Ben seni tatil dönüşü gördüğümde taş gibi hatundun 2 hafta geçti yine amele gibi bembeyaz olmuşsun."

Çocukların, polis olan babamın silahını gördüklerinde "uu,silaha baksana" tepkisi beni dünyaya hakim olabilecek kadar güçlü bir adamın kızına dönüştürürdü hemen. Gerçi babam hakkındaki düşüncelerim hala değişmedi, değişmez de; ama şöyle bir durum var:

4. ya da 5. sınıftayım. İskeleden balıklama atlamaya çalışıyorum. Babam da kumsalda. Eceline susamış, benden birkaç yaş büyük bir oğlan sen geeel, beni denize it. Sudan çıkınca babamın çocuğa doğru gelişini ve çocuğun yüzündeki dehşet ifadesini gördüm. Çocuğu ensesinden yakaladı ve iskeleden doğru kumsala indirdi. Yıkık bir duvar vardı, oraya yapıştırdı, dirseğini de boynuna dayadı: "Seni bir daha benim kızımın yakınında görürsem, doğduğuna pişman ederim!"
Bir kişi de kalkıp bir şey dese. Hoş, öyle bir anda benim babama bir şey söylemek her yiğidin harcı değildir.
O çocuk da bu olayın etkisinde kalmış yıllarca, garibim. Geçen sene yeni yeni selam vermeye başladı bana. O da uzaktan uzaktan..






Annem dudaklarım çatlayınca ruj sürerdi bana, küçükken. Ben de saat başı gider birkaç kat çıkardım onun üstüne. Aynaya bakınca maymuna benzeyen bir surat görmüyor muydum acaba?




Orta okula yeni başladığım zaman gündemdeki konu erkeklerdi. Bütün kızlar erkekleri konuşur "bana 30 kişi çıkma teklif etti, o beni seviyormuş, şu beni seviyormuş..." E ben? Şu yaşıma kadar benden hoşlanmış erkekleri saysam 30'un yarısı etmez be! Ama yediremezdim de, bilmiyorum ki saymadım hiç, derdim. Sayacak bir şey vardı da ben mi saymadım.

Orta sonda bana da denk geldi bir enayi. Ha, ondan önce de olmadı değil ama uğraşamazdım ben, ne yapacaktım o yaşta sevgiliyi? 8. sınıfta yaptım ilk hatamı. Gaza geldim: " Düşünseneee, çıktığın ilk çocuk okulun en yakışıklı çocuğu olacak!" E, çocuk işte. Bir şeye de benzese hani.
İlk konuşmamızı dün gibi hatırlarım:
-Aslında sana çiçek alacaktım ama güzelliğin karşısında solar diye almadım. (Peeeh!)
-Sağ ol yaa.
-Nasıl desem bilmiyorum ki. İlk defa bu kadar zorlanıyorum bir kızın karşısında. Anlamışsındır ne diyeceğimi. (Resmen salak mısın dedi)
-Hı hı.
-Senden çok hoşlanıyorum, benimle çıkar mısın?
(Bir an sessizlik.)
-Peki
-Ohh. (Rahatlama ifadesi.)
-Amaaa! Ben sınava hazırlanıyorum.(Lise giriş sınavı) Mesaj atmayacaksın bana, aramayacaksın. Dışarıda da görüşmeyeceğiz.
-Peki (Sersemlemiş surat)

Bu kadar olurdu yani. Zavallım, sınıfıma gelirdi; ben kalkar kantine inerdim, onu öylece bırakıp. Okul bittikten sonra hiç aramadım, öylece bitti. Daha doğrusu ben öyle sandım.

O yaz bir coşma dönemimdi benim. Bu yakışıklı(!) beni aramayınca ben de bitti zannettim ya, 3 yıl peşimden koşan bir çocuğun çıkma teklifini kabul ettim. O, zavallım2, İstanbul'da. Ben tatilde. Telefonla idare ediyorum. İstanbul'a döndüğümde "ne zaman buluşacağız" dediiii ve o an her şey bitti:
-Yapamıyorum ben, çok kötüyüm bu aralar. Depresyona giriyorum sanırım (bacak kadar çocukta ne depresyonu?) Senden ayrılmayı bile düşünüyorum, dedim.
-Benden ayrılmayı mı düşünüyorsun?
-Evet :(((((
-Ciddi misin?
-Evet, ayrılmak istiyorum. (Nokta)

Bu arada bir de kendimden 8 yaş büyük bir herifi kandırdım. 19 yaşındayım da üniversiteye hazırlanıyorum da bilmem ne. Daha lise kapısından içeri girmemiştim ben! Yüz yüze konuşmuşluğumuz yoktu ama hep bakışırdık. O bir salak, ben daha da salak. Hak etti ama bacak kadar çocuğun parmağında oynamayı. Ben de az değilmişim hani. Anlatacağım bunu daha sonra uzun uzun.

Ve lisedeki aptallıklarım...
Onlar çıkardı beni çocukluktan sanırım, canımı çok yaktı. Liseye başlarken " ben artık büyüdüm, arkadaşlarımla onu yapıcam, bunu yapıcam" diyen kız, şimdi "tıp kazanamazsam ne olacak, hangi üniversiteye gideceğim, yalnız nasıl yaşayacağım, ben alışamam ki hemen" diye kara kara düşünür oldu.

4 muhalefet:

tolga dedi ki...

oha televizyon izleme biçimi -elleri kafanın altında kenetleme ayrıntısına kadar- böyle olan bi sivri zekalı ben varım zannederdim, iyiymiş.

büyük balık dedi ki...

öyle bir sivri zekalı ki hala gözlüklerinden kurtulamadı

tolga dedi ki...

yok, televizyon gözü bozmuyormuş, şehir efsanesi o. hoş benim de gözlük takmam lazım aslında, ipliği iğneye geçiremez oldum, arka sıralardan tahtayı göremediğim de çoktur.

büyük balık dedi ki...

şehir efsanesi mi? gözlerimi sürekli burnumun dibine odaklamaktan, göz yuvarlağımın şekli bozuldu(??). ben bunun için "miyop"um. (house gibi teşhis koydum bee.)

Yorum Gönder